रेल टाकू द्या, इझमित ट्रेन स्टेशन उघडू द्या

Raylar döşensin, İzmit Tren Garı açılsın :Hükümetin çok önem verdiği, 29 Ekim’de Cumhuriyet’in kuruluşunun 90 ncı yıldönümünde seferlerini başlatmak istediği İstanbul-Ankara arasındaki Yüksek Hızlı Tren(YHT) için ray döşeme çalışmaları, bayram süresince de devam etti. Türkler bayram yaparken, İtalyanlar çalıştı.
Rayların bir an önce döşenmesini ve iki yıldır kapalı duran İzmit Tren Garı’nın yeniden açılmasına öyle çok istiyorum ki…
17 Ağustos 1999 deprem felaketinden hemen önce raylar şehir içinden kalkarken de hüzünlenmiş bakın neler yazmışım:
İzmit Tren Garı’nın parke taşlı avlusunda bir ikindi vakti. Güneşli, ama serin bir sonbahar günü. Seka tarafından kükürt, deniz tarafından yosun, raylardan da keskin bir mazot kokusu yayılmış. Kavak ağaçları yavaş yavaş yaprak döküyor.
Genç adam, bankların bulunduğu bölüme doğru elinde dört simit, birkaç kutu pişmaniye ile gülümseyerek yürüyor. Üzerindeki deri ceketin, ayağındaki kunduranın markası “Beykoz Sümerbank” O bir Seka işçisi. Benim babam.
Hep birlikte Adapazarı’na gideceğiz ve ben kısa pantolonlu, saçları saman sarısı, gözleri mavi çocuk, İzmit Tren Garı’na ilk kez teşrif ediyorum. Babam, beklediğimiz tren gelene kadar isteğimi kırmıyor, beni gar bekleme salonuna götürüyor. Ürkütücü bir sessizlik, garip bir alacakaranlık, tahta kanepelerde bekleyen insanların yüzlerinde hüzün ve pişmanlık var.
O gün bugündür, tren istasyonlarındaki yolcu bekleme salonlarında 6 yaşındayken gördüğüm bu manzara değişmedi. Bu nasıl bir hüzündür böyle? Sanki bütün mutsuz, umutsuz, insanlar yolculuk için özellikle treni tercih ediyorlar. İmkansızlıklar içindeki çocukluğumda fark edememiştim, ama ilk gençliğimde anladım ki, parası olmayanları gidecekleri yere getirip götüren vefakar halk aracı tren. Yoksulluğun örseleyemediği gönüller, hep bu mazot kokusunu, bekleme salonlarının izbe, patlıcan rengini tercih ediyor.
Yine bir aralık sabahı. Daha hava karanlık.
Saat 05.30 ve yine İzmit Tren Garı’nın bekleme salonundayım.
Yıl 1984, salonun yüz mumluk ampulleri yeni değiştirilmiş, florsan lambalar konulmuş. Bu ışıkta insanların yüzlerine bakıyorum. Çocukluğumda gördüklerim bunlar. Sanki yıllarca oturdukları tahta kanepelerden hiç kalkmamışlar. Sanki onlar donup kalmışlar da ben, zaman tünelinde altı yaşıma dönmüşüm. Bir an elini tutayım diye babamı arıyorum. Yok. Henüz 47 yaşında bu dünyadan göçüp gideli birkaç ay olmuş. O kısa pantolonlu sarı çocuğu üniversiteye başlamış, o görememiş.
Dışarıda kar yağıyor. Keskin bir tipi. Peronlar üniversite öğrencileriyle dolu. Bekleme salonundaki sobanın başında biraz ısındıktan sonra dışarıya çıkıyorum. Birazdan, Haydarpaşa’ya gidecek olan Anadolu Ekspresi gelecek. Saat tam altıya on kala gara giriyor ekspres. Kara batık. Aynı Nazım Hikmet’in Moskova istasyonundan binip, Leipzig’e doğru yola çıktığı tren. Vera Tutişkova’ya benzeyen bir güzel kız uyuyor hala pencerede. Trenin içi sımsıcak. Biniyoruz ve yol alıyoruz İstanbul’a doğru..
Hereke’de gün ışıyor, ama biz ayaktayız. Yer yok oturmak için. Kahvaltı bile yapmadan, aç karına tüttürdüğümüz sigaraların ardından Haydarpaşa’nın kaldırımlarında adeta kanatlanıyoruz. Vapur kaçacak.
İstanbul Boğazı’nda süzülen Vaniköy Vapuru’nda taze çay ve çıtır poğaça biter bitmez, bu kez Karaköy’den Beyazıt’a koşacağım. Mercan Yokuşu’ndan çıkarken İstanbul Üniversitesi’nin yüksek duvarları arasından geçip saat 09. 00’da fakültenin kapısından giriyorum. Bu yol yetmiyormuş gibi, bir de Edebiyat Fakültesi’nin ta altıncı katına kadar çık. Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne ulaş. Anfinin kapısını arala ve Alman Hoca Erika Mayer’den “Nerede kaldın” diye fırça ye. Alman karısı nereden bilecek, ben her sabah İzmit’in Mehmet Alipaşası’ndan geliyorum diye. Gaziosmanpaşa, Kasımpaşa değil ki, Mehmet Alipaşa. Değil İstanbul’un, İzmit’in en öbür ucu.
İzmit Tren Garı’nı hep çok sevmişimdir. Trenleri de. İzmit dendi mi, gözlerimde hep Cemal Turgay’ın objektifiyle ölümsüzleşen kardaki kara tren fotoğrafı belirir. Üstad, bu fotoğrafı, “İzmit’i Aramak” adlı eserine kapak yapmakla, hislerime tercüman olmuş, daha yaşarken ölümsüzleşmiş.
Tren artık İzmit’in içinden geçmeyecek. Çan çan seslerini de unutacağız, bariyerlere asılı kandilleri de.
1873’ten bu yana İzmit’in içinden trenler geçti.
İzmit mutasarrıfı Sırrı Paşa demiryolu boyunca çınarlar dikti.
Trenin şehir içinden kalktığına sevinsek de, bu nostaljiyi unutmak kolay olmayacak.
İçimde bir his var. Trenlerin asırlık tanığı çınarlar, bundan sonra fazla yaşamaz.
Bu kentin insanları güzel günler gördü. Her şey değişiyor. İzmit’in nostaljik değerleri bir bir vedalaşıyor kentle.
Bakıyoruz geriye; ne var, ne kalmış diye:
Elde var hüzün…

टिप्पणी करणारे प्रथम व्हा

प्रतिक्रिया द्या

आपला ई-मेल पत्ता प्रकाशित केला जाणार नाही.


*